Umut mu, ölüm mü?

Arif ALTAN yazdı —

  • Umut yaşatır, bir palavraya döndüğünde öldürür de. O yüzden insanlara umut vermeyin, verdiyseniz ellerinden almayın.

Eğiliyor, haritayı eliyle düzeltiyor. Gözleriyle kentleri, nehirleri, eski mevzileri gösteren işaretleri arıyor. Düşüncelere dalıyor. Bir süre sonra yeniden bakıyor, haritanın ne kadar büyük ve içinde Stalingrad’ın ne kadar küçük olduğunu görüyor. Koskoca haritada Stalingrad sadece bir nokta. Tekrar düşüncelere dalıyor. İçinden, “Evet doğru” diyor, “ama yine de bu koca haritanın diğer kentlerinde yaşayan insanlarının hepsi, son iki ayda bu küçücük nokta için yaşadı. Biraz da şu beş mahalle; hatta şu an bulunduğumuz bu sığınak için…”

Tümenin tüm rütbelilerini bodrumda toplamış General. Kuşatılmış tümen dayanmanın son sınırında, topluca yok olmanın eşiğinde. Cesaret tam, umut sıfır. “Bugün sizi çağırmamın nedeni her zamanki gibi bir durum görüşmesi için değil, yalnızca birbirimizi görelim, diye. Belki de hepimiz ‘o mutlu saate’ kadar yaşayamayacağız…” Bu “mutlu saat” sözü bir anda çınlıyor sığınakta. General sürdürüyor; “İşte ben istedim ki burada toplanan bizler, birbirimizin gözlerine bakalım ve hepimizin sonuna kadar dayanacağına, ‘mutlu saate’ kadar bizim olmasa bile tümenimizin o ana kadar yaşayacağına inanalım. Yakında elbette bizim sokakta da bayram olacak!” İlk kez duydukları son söz, özel bir büyüyle yankılanıyor sığınakta. İlk iş karşıki evi geri almak. “Ev ne demektir?” Gülüyor ve hemen sonra ciddileşiyor General. “Bizim için çok büyük bir şey, hemen hemen tüm ülke demektir. Şafakla birlikte evi aldığımızda neler duyacağımızı aklınızdan bile geçiremezsiniz. Oysa bir ev nedir ki aslında? Dört duvar, hatta duvar bile değil, dört yıkıntı. Ama yüreğimizde tüm ülkeyi bu ev gibi geri alacağımıza dair bir güven doğar, eğer alırsak. Anlıyor musunuz? Önemli olan başlamaktır. Bir evle bile başlasak arkasının geleceğine inanarak başlamalıyız. O zaman bu sürekli olarak devam eder. Ta ki hepsi bitinceye kadar… Hepsi…”

Ölecek olanları yaşama bağlayan tek bir söz: “Yakında elbette bizim sokakta da bayram olacak.” Büyük taarruz başlıyordu demek ki. Her biri yaşamı boyunca kendisinin bile hatırlayamayacağı unutulmaz şeyler yapma tutkusuyla dönüyor yerlerine. Stalingrad’ı savunan her birinde, artık çekilecek bir yer kalmaması nedeniyle ve çekilmenin onarılması imkânsız, değiştirilemez bir yok olmak anlamına geleceğini bilmenin kaçınılmaz sonucu olarak inatçı bir karşı koyma duygusu yerleşiyor. Tehlikenin sürekli ve herkes için aynı oluşu, tehlikeye karşı bir alışkanlık değil de bir kaçınılmazlık duygusu yaratıyor. Sıkıştırılıp kaldıkları bu toprak parçasında tüm yetenek ve kusurlarıyla bir araya gelmiş, birbirinden farklı özellikleriyle ortaya çıkmış sarsılmaz bir güç. Bir umut cümlesi hepsinin adı oluyor: “Stalingradlılar!”

Aksi hikâye, Victor Frankl’a ait. Kendisi, Nazi toplama kampında üç yıl esir olarak yaşamış. Burada anne, baba, kardeş ve karısını kaybetmiş, Üçüncü Viyana Okulu’nun varoluşçu ve logoterapi analizcisi. Sarsıcı örneği şuydu: Toplama kampında yer alan dönemin çok ünlü bestecilerinden biri, Frankl'a gördüğü bir rüyayı anlatır: Rüyasında bir ses, kendisine savaşın 30 Mart'ta biteceğini söyler. Bu rüyayı 1945 Şubatı'nda görmüştür. Frankl'a rüyayı anlattığında Mart ayının başıdır. Rüyasını Frankl’a anlatırken hala umut doludur. Fakat, gün yaklaştıkça, gelen savaş haberleri bu vaadin gerçekleşmesinin pek de mümkün olmayacağını gösterir. Bestecinin ateşi çok yükselir, 29 Mart’ta hastalanır. Kehanetin ona savaşın ve acıların biteceğini söylediği gün olan 30 Mart’ta hezeyana girerek bilincini yitirir, 31 Mart günü ise ölmüştür. Görünürde ölüm nedeni tifüstür. Frankl'ın olaya ilişkin yorumu şudur: “Arkadaşımın ölüm nedeni, beklediği özgürlüğün gelmemesi ve büyük bir düş kırıklığı yaşamasıydı. Vücudunda uyuyan tifüs mikrobuna karşı direnci düşmüştü. Geleceğe bağlılığı, yaşama isteği ve inancı felce uğramıştı. Bedeni hastalığa tepki gösteremeyerek, yenilgiyi kabul etmişti.”

Umut yaşatır, bir palavraya döndüğünde öldürür de. Aşırı baskı altında ruhumuz iyi çınlayan hafif bir sese dirilir, gerçeği hatırlatan her çatırtı ise iç kıyan kıyamet borusu, sonsuza uzayan işkence. O yüzden insanlara umut vermeyin, verdiyseniz ellerinden almayın. Aldıysanız, eh beklemeyin, insanca olan hemen oracıkta onu öldürüvermeniz. Öbür türlü, insanlık dışı eziyet ki düşman başına.

paylaş

   

Yeni Özgür Politika

© Copyright 2024 Yeni Özgür Politika | Tüm Hakları Saklıdır.