İmkânsız ihtimal

Arif ALTAN yazdı —

  • Kusursuz bir düzen, muhteşem bir toplum yoktu; iyi, güzel ve cesur insanlar vardı. Ve sadece onlar için zor ve umutsuz, hayat yalnızca onlar için çile ve yangın, yalnızca onlar için imkânsızdı.

Düzene tapan düzensizliğin kaynağı varlıklarız. Aksamayan yapılar öngörürüz, karmaşaya yol vermez simetrik ilişkileri, uyumu gözeten kurumları, dengeyi işlevsel kılacak yoğunlukları, mesafeleri belirleyen kuvvetleri, ama hepsinin de üstünde inşa edilmiş mutlak bir güç, kararsızlığa yer vermeyen salınımsız stabil bir evren ve ötesini düşleriz. Büyük düş kırıklığına uğratan bu dünyadaki yerimiz bize başka şey söylese de olmayan ve olamayacak bir evreni düşünmekten kendimizi alamayız. Böyle bir sanrı, rahatlatıcı olmaktan öte mutluluk verici. Ya efendisi ya kölesi ya üreticisi veya mahkûmu, ama her koşulda ve her halükârda teklemeden işleyen bir düzen! Böyle bir düzen, ona yaraşır varlıklar ister. Bundan dolayı tanrının bizi muhakkak çarpıcı bir nitelikle yeryüzüne gönderdiğine ya da doğanın mutlaka zorunlu bir üstünlükle bizi donattığına ikna olmaya ve anlamlı görmeye meyilliyiz.

Sıra dışı bir nitelik, ayırt edici bir özellik taşıdığı, dünyadaki yerini ötekilerle birlikte inşa etme hakkını güvenceye alan bir atalar zinciri inancı, ilkinden günümüz insanına değişmez bir yapı ve düzen yönelimiyle birlikte yürür. Fantastik öğeleriyle Antik Doğu farklı olmakla birlikte düzen içerikli bir kurguda ilerlemişti; göz kamaştırıcı görüşleriyle Antik Yunan bilginleri de aynı şekilde tanrıların öngörüsü bu sarsılmaz yapı ve düzenin tamamlayıcısı olarak muhakkak yararlı bir nitelikle bizi yeryüzüne indirdiğinden emindi. Onlara göre hükmetme becerisini Zeus’tan, bilgeliği Athena’dan, güzelliği Afrodit’ten, mükemmel konuşma yeteneğini Hermes’ten, yırtıcı cesareti Ares’ten almıştık. Bize bu kabiliyetler bahşeden tanrılar ile düzen, düzen ile yaratılanlar arasındaki ilişkiyi nihayet insanlar arasında da varsaymak mantığa uygundu. Mantığının kusursuzluğa eriştiği bu anda, mantıksızlığın dibine vurduğuna bir ihtimal olarak bile yer veremezdi insan.

Ne var ki bin yılların deneyimi ve tüm hassas ölçümleriyle sabitti; düzen bir uyum, yapı da rasyonel bir işleyiş değildi. Yüklü miktarda bir basınç, en fazla bir sıkıştırma, bir yakınlaştırma öngörüsü. Kökü muhakkak haksızlığa çıkan bir birlik duygusu yaratma enerjisi. Halbuki, toplumsal ve siyasi yapılarda olduğu gibi kişiler arası ilişkilerde de tersten işleyen bir kanun vardı. Fiziksel sıkışıklıklar arttıkça manevi yakınlıklar azalırdı. Aynı şekilde zihinsel yakınlıklar ancak fiziksel uzaklıklarla gelen bir şeydi. Şehirlerdeki yığınların maddi bağımlılıkla beliren kalpsizliği, kalpsizliğine bağlı buhranları, tüm yabaniliğine rağmen inzivada beliren manevi genişleme bir şeyler söyler gibi. Ama düzen, bir kapsama vaadi, tüm uçların arzulanan dengesi. Sonuçta kalpten yoksun aklın da akıldan yoksun kalbin de ateşinin dindiği bir serinlik.

Çünkü imtiyazlarından arınık bir evren düşüncesi, insanın katlanabileceği bir şey değildi. Tesadüfe yer yoktu burada. En umutsuzundan en umutlusuna, en iyisinden en suçlusuna insan, hayatının her gününü büyük bir planının olduğuna inanarak geçirmek zorundaydı. İnsanların sorunu da buydu. Bir tasarı yoktu, evren ölçekli bir hükmedici hiç yoktu. İnsanları değiştirecek bir irade asla bulunamadı, belki gerçeklikleri şekillendirilebilirdi, ama bu da çok fazla çaba, çok fazla sanat gerektirirdi. Ve insanların ne öyle dikkatli ve sürekli bir çaba ne öyle bir ustalık ne de böyle bir hevesi zamana yayacak vakti ve takati vardı. İnsanlar çağlar boyu bekleyip birilerinin olayları yönlendireceğini, evrendeki karmaşayı düzelteceğini umarak geçirdi. Topluca oturup ummak, aşınmayan muazzam alışkanlıktı. Herkes bekler, ama kimse yapmazdı. Herkes söyler, ama kimse umursamazdı. Çünkü bu evren sonsuzdu, kaotikti, soğuktu ve asla bir planı olmamıştı. Ve insan orada bir zerreydi, devasa kuvvetlerce oradan oraya savrulurken olaylara yön verdiğine inanan çaresiz, küçücük bir varlıktı.

Düzensizlik temel kanundu çünkü. Kişisel uçurumu olan belirsizlik, canlının ataletiydi. Uyum, yanmış devreler; biçimler ve yapılar, çürüme evreleriydi. Yeryüzü günahın, suçun, yozlaşmanın ve yoksulluğun yuvasıydı. Savaşın olmadığı yerde açgözlülük vardı, açgözlülüğün olmadığı yerde açlık. En iyi gününde gizemli ve çekingen, en kötü gününde kana ve ihanete meyilli varlık, yararlı niteliklerle dünyaya indirilmiş olamazdı. Mükemmellikleri veren göksel varlıklar yoktu, meziyetlerle donatan tek şey insanın erdemi, sürekli dikkati, kendini her gün yeniden inşa eden tutkusu ve azmiydi. Kusursuz bir düzen, muhteşem bir toplum yoktu; iyi, güzel ve cesur insanlar vardı. Ve sadece onlar için zor ve umutsuz, hayat yalnızca onlar için çile ve yangın, yalnızca onlar için imkânsızdı.

paylaş

   

Yeni Özgür Politika

© Copyright 2024 Yeni Özgür Politika | Tüm Hakları Saklıdır.