“Koridor”un ucundaki gerçek

Veysi SARISÖZEN yazdı —

  • Türk devletinin işgal hazırlığı, kuvveden fiile bütünüyle dönüştüğü gün Üçüncü Dünya Savaşı sonu tahmin bile edilmeyecek yeni bir aşamaya tırmanır. Bölgenin bütün devletleri bir anda savaşın içine çekilir.

Önce hafızamıza dayanarak değil de, Vikipedi’den bir alıntıyla başlayalım:

“Brest-Litovsk Antlaşması, 3 Mart 1918 tarihinde Rusya Sovyet Federatif Sosyalist Cumhuriyeti ile Alman İmparatorluğu, Avusturya-Macaristan İmparatorluğu, Osmanlı Devleti ve Bulgaristan Krallığı arasında imzalanmıştır.”

Almanya, Sovyet Rusya’nın Ekim Devrimi’yle birlikte savaştan çekilmesine rağmen savaşa devam etmiş ve Sovyet ordusunu yenerek, devrimin ülkesine son derecede haksız Brest Litovks sözde barışını dayatmıştır. Almanya, Sovyetler’den bu antlaşmayla muazzam toprakları ilhak etmiştir. Osmanlı İmparatorluğu da bu fırsattan yararlanmış ve Rusya’ya ait olan (şimdi şaşırmayın) Kars’ı, Ardahan’ı ve Artvin’i kendi topraklarına katmıştır.

Ama kısa zaman sonra Almanya ve Osmanlı devletleri Birinci Dünya Savaşı’nda yenilmiş ve böylece Brest-Litovsk anlaşması bütün hükümleriyle iptal edilmiştir. Sovyetler Brest Antlaşmasıyla kaybettikleri Estonya, Litvanya, Letonya, Belarus ve Ukrayna’yı doğal olarak geri almıştır.

Aynı geçersiz Brest Antlaşması’yla Osmanlı’ya verilen Kars, Ardahan ve Artvin, Almanlar ve Türkler yenildikten sonra Sovyetlere devredilmiş midir? Hayır! Sovyetler bu toprakları Kemalist Türkiye’den, yeni Türkiye’yle dayanışmanın da gereği olarak, geri almamıştır. Ancak 1925 yılında imzalanan ve 2. Dünya Savaşı’na kadar geçerli olan Türk-Sovyet Dostluk Antlaşması, İnönü Hükümeti’nin Nazi Almanyası’nı Sovyetlere karşı desteklemesiyle yürürlükten kalkınca, Sovyetler yeniden Kars ve Ardahan’ın Sovyetlere devrini istemiştir. Bunun üzerine Menderes hükümeti NATO’ya sığınmıştır.

Sovyetler Birliği Huruşçev döneminde Kars ve Ardahan üstündeki egemenlik hakkından vazgeçmiş olsa da, daha Cumhuriyet bile kurulmadan Türkiye ilk “genişleme” adımını önce Almanya’nın sayesinde, sonra da NATO’nun sayesinde atmıştır. Bilindiği gibi ikinci genişleme adımı Hatay’ın, İkinci Dünya Savaşı’nın eşiğinde ilhak edilmesidir. Üçüncü adım ise, Kuzey Kıbrıs’ın işgali ve fiilen ilhak edilmiş olmasıdır. Ortadoğu’da süren savaş döneminde genişleme adımları birbirini izlemekte. İlk önce Efrîn, en sonra da Serêkaniyê işgal ve fiilen ilhak edilmiştir. Aslında en büyük genişleme, Osmanlının yenilgisi sonucu imzalanan Sevr Antlaşması temelinde bağımsızlığın eşiğine gelen Bakur Kurdistanı’nın Lozan Antlaşması sonucunda Türk devleti tarafından yutulmuş olmasıdır.

Şimdi ise genişleme süreci en tehlikeli aşamaya gelmiş bulunuyor. Erdoğan rejimi Irak’tan 378 km. uzunlukta ve 40 km. derinlikte, toplam 15 bin kilometre kare ve Suriye’den 911 km. uzunlukta ve 30 km. derinlikte, toplam 27 bin kilometrekare, toplamda yaklaşık 45 bin kilometre kare toprağı, sözde “güvenlik” nedeniyle ilhak etmek istiyor. Rakamın önemini algılayabilmek için, dünyadaki toplam 249 devletten 116 devletin her biri Türk devletinin ele geçirmek istediği 45 bin kilometre kareden daha küçüktür. En azgın işgalci devlet olarak tanıdığımız İsrail’in savaş yoluyla işgal ettiği Golan Tepeleri 1200 ve Doğu Kudüs ise 70 kilometre karedir. Mesela Türkiye şu anda 42 bin kilometre karelik Danimarka’dan, 34 bin kilometre karelik Hollanda’dan, 39 bin kilometre karelik İsviçre’den, 30 bin kilometre karelik Belçika’dan ve 20 bin kilometre karelik İsrail’den, bunların her birinden büyük bir toprağı işgale hazırlanıyor. Erdoğan da bu devletlerden büyük olan söz konusu işgal edeceği topraklara “koridor” diyor. “Koridor” kelimesiyle işin çapı gizlenmiş oluyor.

Irak ve Suriye topraklarında ilk adımda Rojava ve Başur Kurdistanı’ndaki Medya Savunma Alanları’nı hedef alır gibi görünen bu işgal hazırlığı, kuvveden fiile bütünüyle dönüştüğü gün Üçüncü Dünya Savaşı sonu tahmin bile edilmeyecek yeni bir aşamaya tırmanır. Bölgenin bütün devletleri bir anda savaşın içine çekilir.

Sonuç ne olur? Eğer Öcalan özgürlüğüne kavuşur ve dört parçada Kürt halkının ulusal birliğini sağlar, örgütlü ve bilinçli Kürt halkına ve onun silahlı savunma güçlerine dayalı bütün devletleri savaş yolunda caydıracak gücü seferber ederse sonuçta dört parçanın içinde yer alan devletler demokratikleşir ve demokratikleşen devletler şu anda doğrudan ya da dolaylı bulaştıkları savaş cephesinden çekilir, bölge barışa kavuşur. Bölge devletleri arasındaki barış ise, küresellerin vekâlet savaşları stratejisini uygulanmaz hale getirir. Bu da Üçüncü Dünya Savaşı yangınını, yangının çıktığı yerde söndürmek demektir. Bu başarılamazsa yalnız bölge halkları değil, tüm insanlık ucu bölgesel, hatta evrensel nükleer savaşa açılan büyük bir kaosa doğru sürüklenir. Geçtiğimiz gün Putin Rusya’nın nükleer silahlarından övgüyle söz ederken, işte bize bu geleceği şimdiden haber verdi.

Toparlayacak olursak: Türk devleti, iktidarda hangi parti olursa olsun kurulduğu günden beri başka devletlerin topraklarını ilhak ederek genişliyor. İlk toprak ilhakları Atatürk ve İnönü döneminde gerçekleşti, ardından Ecevit-Erbakan ve şimdi de Erdoğan-Bahçeli bu genişleme stratejisini uygulamakta. Her ne kadar bu işgaller ve ilhaklar Misak-ı Milli teziyle temellendirilse de, Türk devleti mümkün olduğu ölçüde Osmanlı’nın Ortadoğu’da, Kuzey Afrika’da ve Kafkasya’da, bu arada Ege’de eski sınırlarına ulaşmaya çalışıyor.

Bu tarihsel olgular, Türk devletinin bölgemizde en büyük savaş faktörü olduğunu gösteriyor. Ortadoğu, Kuzey Afrika, Balkan ve Kafkas halkları için Öcalan’ın Demokratik Cumhuriyet, Konfederalizm ve Demokratik Ulus programı bu bakımdan hayati önem taşıyor. Ve dünyamızın aklı başında düşünen insanları Öcalan’ın dünya barışı için taşıdığı önemi geçmişte görülmemiş ölçüde her fırsatta dile getiriyor.

Bu Newroz’da yalnız kendimiz için değil, tüm insanlık adına Öcalan’a özgürlük şiarıyla dünyanın bütün alanlarında sesimizi yükseltelim.

paylaş

   

Yeni Özgür Politika

© Copyright 2024 Yeni Özgür Politika | Tüm Hakları Saklıdır.