Bir barışçı köpek öyküsü

Veysi SARISÖZEN yazdı —

  • Sırtı kağnıya, yüzü de duvara döndürülen halk, tıpkı Platon’un “Mağara İstiaresindeki” insan gibi hayatın gerçeklerini gölgeler dünyası zanneder.

Ünlü halk sözünü Erdoğan seçim kampanyası sırasında Yeniden Refah Partisi Başkanı Erbakan’a karşı kullanmıştı. Söz, Aziz Nesin’in müthiş kitabı “Zübük”ün kapağında yazılıydı: “Kağnı gölgesindeki it.” Deyişin aslı şöyledir: “İt kağnı gölgesinde yürür de kendi gölgem sanırmış.”

Birinci Cihan Savaşı’na giren Enver paşa, Almanya’nın dünyaya vuran devasa gölgesini kendi gölgesi sandığı için askerini Allahu Ekber dağında dondurdu, Osmanlı’yı da tarihe gömdü.

Kore Savaşı’na giren Menderes de Amerika’nın dünyaya vuran devasa gölgesini kendi gölgesi sanmıştı. “Şimal yıldızı” filmlerinde Ermeni kardeşimiz merhum Ayhan Işık’ı baş rolde oynatmış, Kore’de Türk’ün duvardaki devasa gölgesini perdeye yansıtmış, Kore zaferini ilan etmişti. Oysa Kore’ye ayak basan General Yazıcı ve Albay Dora komutasındaki Türk Tugay’ı “Allah Allah” diyemeden yok olup gitmişti. Karşılığında NATO üyeliği alındı.

Derken 1974 yılına gelindi. Türk Dışişleri Bakanı Turan Güneş, Londra’dan Ecevit’e “Ayşe tatile çıktı” gibisinden bir şifre gönderdi. Şifrenin açılımı “Kıbrıs’a saldırma izni aldık” demek oluyordu. NATO’nun-CENTO’nun duvara vuran karanlık gölgesini Ecevit ve Erbakan Türk’ün gölgesi sanmıştı. Londra şundan önemliydi: Çünkü Ada’da koskoca bir İngiliz askeri üssü vardı ve Birleşik Kraliyet işgale karşı kılını kıpırdatmamıştı. Bloksuzlar hareketinin önde gelen ismi Makarios ve Kıbrıs Cumhuriyeti’nin güçlü komünist partisi AKEL’in Ada’yı “ikinci Küba” yapmasını önlemek için NATO-CENTO kendi gölgesinde Türkiye’yi küçücük Ada’ya saldırtmıştı.

Sonra Ecevit-Bahçeli koalisyonu Amerikan kağnısının, İsrail’den-Rusya’ya, Yunanistan’dan Almanya’ya uzanan uluslar arası komplosunu kendi marifeti sanmış, daha bu “zaferin” tadını çıkaramadan tepetakla yuvarlanmış, Türkiye de o günden sonra belini doğrultamamış, ekonomik krizden krize, savaştan savaşa yuvarlana yuvarlana, önce Zap’ta, ardından  31 Mart seçiminde Erdoğan-Bahçeli Kürt halkından okkalı bir şamar yemişti.

Ve hala kağnı yürümekte, gölgesi duvara vurmakta, Erdoğan da kağnının yanında  yürürken, duvarı boy aynasında kendi aksi sanmakta. Rojava’ya saldırmaktan, Suriye ve Irak devletinin topraklarından 40-50 bin kilometre karelik toprak kopartmaktan söz etmekte. Mayıs ayının ortasında Kağnı’nın sürücüsü Biden’ın yanına gidecek. “Senin gölgende Kürdistan’a saldırmama izin ver” diyecek. İlk işi QSD’nin açıkladığı gibi Cerablus’tan Kobanî’ye ABD kağnısının dibinde kara harekatı yapmak olacak. Ama bu defa bana sorarsanız, bu da kağnı gölgesindeki kuçu kuçunun cami duvarına, ya da Zemzem Kuyusu’na siymesi olacak.

İyi de Türk milleti duvardaki gölgenin ABD ve NATO kağnısının gölgesi olduğunu nasıl anlamıyor? Çünkü gölge dediğin beyaz duvarda renksiz bir kara lekedir. Amerikan kağnısının kırmızı-beyaz-mavi çok yıldızlı  bayrağının renkleri duvarda gözükmez. Sırtı kağnıya, yüzü de duvara döndürülen halk, tıpkı Platon’un “Mağara İstiaresindeki” insan gibi hayatın gerçeklerini gölgeler dünyası zanneder.

Şimdi de Erdoğan-Fidan ikilisi yine gölge oyunlarının peşinde. Önce yok dedikleri İsrail’le ticaretin varlığını yaptırım adı altında “sınırladık” diyerek itiraf ettiklerinin bile farkında değiller. Biden’ın bile “ateşkesten” söz ettiği şu günlerde, İsrail’e karşı “ateşkes ilan edilince yeniden ticaret yaparız” demek, Erdoğan-Fidan ikilisinin Biden’ın gölgesini kendi gölgeleri sanmalarının yeni bir örneği.

İsrail’in soykırımı geçtiğimiz Ekim ayında başladı. Aradan altı ay geçti. On binlerce Filistinli çocuk, kadın, yaşlı, genç depolarında Erdoğan ve Fidan’ın ve de damatların ve de AKP’li tüccarların sattığı Jet yakıtları taşıyan uçakların bombardımanında öldü. İsrail’e Gemiler dolusu satılan jiletli tel örgülere nice Filistinli takılarak can verdi. “Av tüfeği” diye utanmazca yalan söyleyen Saray’ın sattığı silahların namlularından hala nice cana kıyan barut dumanları tütmeye devam ediyor.

Yazıdaki “kağnı gölgesindeki it” ifadesini ona buna hakaret olsun diye kullanmadığımı ispat etmeme gerek bile yok. “Köpek ya da it” sözcüğünü  çoktan beri bir küfür sözcüğü olarak kullanmamayı öğrendim. Zaman zaman ağzımdan alışkanlıkla kaçsa bile, artık böyle kötü bir alışkanlığı olmayan genç arkadaşlarım ağzımın payını vermekte. Ben köpek denilen canlıyı severim sevmesine de, bu yazıdaki “it” bir benzetmeden ibaret. Denir ya, “teşbihte hata olmaz.” Bizim Bobi isimli köpeğimiz, annemin bir öğrencisi tarafından aşırı milliyetçi bir ailenin evinden çalınıp İngilizce dersinden kırık notu düzeltilsin diye “kendi köpeğimiz” yalanıyla  bize verilmişti. Bobi eski sahiplerinin milliyetçi eğitiminden geçmiş bir köpekti. Harbiye’den şehre gelen Alevi-Arapların şalvarlarına havlayarak saldırırdı. Onu yeniden eğitene kadar annemle babam akla karayı seçtiler. Bobi Arap düşmanı ailenin gölgesini kendi gölgesi sanmaktan kurtulduktan sonra barışçı bir “it” olup çıktı. O günden sonra da, 121. Jandarma Er Alayı kışlasından sabah çıkıp, evimizin önünden bando eşliğinde, önde Türk sancağı geçen, öğlen geri kışlaya dönen, öğleden sonra tekrar yürüyen, akşam yine kışlaya dönen askerlerin her geçişinde NATO’nun gölgesindeki bu askerlere karşı mahalleyi inleten havlamalarıyla, kimi zaman alayın başındaki komutanın “hoşt ulan hoşt” diye paçasını Bobi’nin kapmasından korkmasına sebep olarak gönlümüzü kazanmıştı.

Hey gidi Bobi hey.

Kağnı gölgesinde yürümediği için duvardaki gölgenin kime ait olduğunu bilen Bobi.

paylaş

   

Yeni Özgür Politika

© Copyright 2024 Yeni Özgür Politika | Tüm Hakları Saklıdır.