Agit ile Helve Kampı’nda…

Dosya Haberleri —

Mahsum Korkmaz (Agit)

Mahsum Korkmaz (Agit)

  • Kürt Özgürlük Mücadelesi’nin öncü kadrolarından Mahsum Korkmaz ile Helve Kampı’nda tanışan ve onun eğitimlerine katılan Mustafa Sarıkaya, "Hem kamp yönetimindeydi hem de eğitimler veriyordu. Onun duruşunda, ilişki ve üslubunda her yönüyle bir komutan kişiliği görülüyordu. Üstten görevlendirilmiş bir komutanlık değildi kavramış, yaşayan, bilen gerçek bir komutandı" dedi.
  • Mahsum Korkmaz'ın öncü rolüne dikkat çeken Sarıkaya, şöyle konuştu: "Askeri eğitimlerde öncü rol oynuyordu. Birkaç arkadaşla bayağı kapsamlı bir araştırma materyalleri vardı, Ordu, Savaş ve Ayaklanma Üzerine diye. Dünya deneyimlerini savaş ve ordu boyutuyla irdelemişlerdi. Ulusal kurtuluş hareketlerinin gerilla deneyimlerini incelemişlerdi."

REWŞAN DENİZ

Kürt halkının efsanevi komutanı Mahsum Korkmaz (Agit komutan), 1956 yılında Amed'in Silvan ilçesinde doğar. Henüz genç yaşlardayken, ailesinin Batman'a göç etmesiyle Batman'da büyür ve ilk devrimci çalışmalara burada katılır. Komutan Agit, Kürt Özgürlük Hareketi’nin öncü kadrolarından ve Amed Zindanı'nda direnişiyle onurlu yaşamı yaratan Mazlum Doğan aracılığıyla Apocularla tanışır. 15 Ağustos Atılımı'nın planlaması ve düzenlemesinde önemli rol oynayan Mahsum Korkmaz, Eruh baskınıyla özgürlük mücadelesinin en önemli ayağı olan gerilla savaşını başlatır. 15 Ağustos’un komutanı Mahsum Korkmaz, 28 Mart 1986 yılında şehit düşer.

80’li ve 90’lı yıllarda Mahsum Korkmaz Akademisi olarak bilinen kampta binlerce genç eğitim görüp yönünü Kurdistan’a çevirdi. Mahsum Korkmaz’la Lübnan’da daha sonra Mahsum Korkmaz Akademisi adını alacak bu kampta tanışan ve onun eğitimlerine katılan Mustafa Sarıkaya, Agit’in her yönüyle bir komutan kişiliği sahip olduğuna dikkat çekerek, “Üstten görevlendirilmiş bir komutanlık değildi kavramış, yaşayan, bilen gerçek bir komutandı” diyor. Mustafa Sarıkaya ile Helve Kampı’nı, oradaki siyasi atmosferi, eğitimleri ve Mahsum Korkmaz’ı konuştuk.   

Mustafa Sarıkaya

Siz mücadele ile nasıl tanıştınız? Mahsum Korkmaz ile tanışmaya giden sürecinizi kısaca anlatabilir misiniz?

Urfa Birecik'liyim. 1970’lerin sonlarında Özgürlük Hareketi’ne ilgi duymaya başladım. 12 Eylül öncesi aranmam vardı. 12 Eylül faşist cuntasının iş başına gelmesiyle saklandım ve 1980 yılının Aralık ayında Rojava’ya çıktım. Daha sonra Lübnan sahasına, Önderliğin etrafında topladığı arkadaşlarla açtığı alana geçtim. Sonradan Mahsum Korkmaz Akademisi olarak isimlendirilen ama o zaman Filistinlilere ait olup Helve Kampı diye bilinen Filistinlilerle ortak kullandığımız kampta eğitimlere katıldım. O kampta Komutan Agit’le tanıştım. Hem kamp yönetimindeydi hem de eğitimler veriyordu.

Kampta nasıl bir atmosfer vardı? İnsan ilişkileri, günlük yaşam, eğitimler nasıldı?

Rêber Apo hareketin güvenliği için daha 79 yazında tedbirler geliştirmeye başlamıştı. Ben 12 Eylül’den sonra kampa gittiğimde merkezi gücümüzün çoğunluğu zaten oradaydı. 120 civarında gücümüz vardı orada, 30-40 arkadaş da Filistin direniş örgütlerinin farklı farklı kamplarında kalıyordu. Esas büyük gücümüz Helve Kampı'ndaydı. 12 Eylül’ün ortaya çıkardığı tablonun, içinde bulunduğumuz sürecin kavrayışı ve bunun gerekleri eğitimlerin, tartışmaların merkezindeydi. 81 Temmuz’unda PKK 1. Konferansı Helve’de gerçekleştirildi. O 1. Konferans’ta aslında hem küresel sistemdeki uluslararası güçlerdeki değişim, Ortadoğu’daki durum, Türkiye ve Kurdistan’daki durum Rêber Apo tarafından konferansa sunulan politik raporlarla kapsamlı bir analize tabi tutuldu. Aynı zamanda bizim neden geri çekildiğimiz, geri çekilmenin temel amacı nelerdir ve bundan sonra yapılması gerekenler büyük oranda netleştirildi.

Rêber Apo, 79’dan itibaren bir örgütsel krizden bahsediyordu, 12 Eylül’le beraber bu kriz bir aşağı gidişe dönüştü. Bu açıdan denebilir ki 1. Konferans bu başaşağı gidişi durduran ve tekrardan hareketi ayağa kaldıran bir özelliğe sahipti. Hatırlıyorum o raporların ve belgelerin üzerine gördüğümüz eğitimler, tartışmalar bir anlamda bizim ufuk darlığımızı, kafa karışıklığımızın tümünü netleştiren bir rol oynadı. Ama en önemlisi çok kesin ve net bir biçimde şunu bilince çıkardık, belki yurt dışına çıkmışız, başka bir coğrafyada bulunuyoruz ama yönümüz ülkeye dönük olacak.

Bu, 1. Konferans ile mi tam olarak netleştirildi?

Hem bunu netleştirdi hem de bunun zihin berraklığını, motivasyonunu açığa çıkardı. Orada bulunan birçoğumuz için en azından ben öyle düşünüyordum, niye yurt dışına çekildik, ne olacak gibi soruların hem derinliğini görmede hem de cevap bulmada 1. Konferans zihin açıcıydı. Helve kampında yeni dönemde ülkeye dönüldüğünde güçlerimizin sömürgeci orduya karşı mücadele, savaş yöntemleri, araç ve gereçleri noktasında bir acemilikleri vardı. Bu açıdan kampta gerilla savaşı, yol yöntemleri gibi konularda da eğitim yapıldı. Kamplarda askeri eğitimler devam ederken bu dönemde Rêber Apo aynı zamanda kişiliğe, örgütlenmeye dönük, savaşa, ittifaklara dönük de eserler verdi.

İdeolojik eğitimleri Kürt Halk Önderi Abdullah Öcalan mı veriyordu?

Belli aralıklarla geliyordu. Toplantı, seminer ve konferanslarla genel sürece ilişkin, yapmamız gerekenlere ilişkin değerlendirmeler yapıyordu. Ama esas olarak kamp yönetimi daha çok Heval Abbas’ın (Duran Kalkan) yönetimindeydi. Rêber Apo, bir taraftan gelip seminerler biçiminde eğitimler verirken öte yandan Kurdistan’da Zorun Rolü, Ulusal Kurtuluş Problemi ve Çözüm Yolu, Örgütlenme Üzerine, Kurdistan’da Militan Kişilik gibi çıkardığı kitaplarla bu sürecin ana stratejik ayaklarını ördü. Daha sonra zaten bu kitaplar eğitim materyalleri haline geldiler.

Askeri eğitimler nasıl oluyordu peki, kendi aranızda mı yapıyordunuz yoksa Filistin örgütlerinin bazı kadroları mu size eğitim veriyordu?

Önemli bir kısmını Filistinli komutanlar alanlarına göre gelip dersler veriyorlardı. Ama bir süre sonra bizim arkadaşlar da bu işte belli bir düzey kazanmaya başladılar, daha sonra bir kısmını onlar verdi. Mesela Heval Agit bu arkadaşlardan biriydi. Bir süre sonra da askeri eğitimleri bizim arkadaşların kendileri yürütmeye başladı.

Gerilla savaşına dair hangi ülkeleri model alıyordunuz kendinize?

Teorik boyutuyla en çok yararlandığımız tabii Mao Zedung’du, Çin deneyimiydi. Ama birebir Kurdistan koşullarıyla yakınlığı bağlamında daha çok incelediğimiz Vietnam devrimiydi. Hem parçalanmışlığı aynı zamanda silahlı propaganda, gerilla evreleri Kurdistan gerçekliğine daha yakın bir deneyim olduğu için ondan yararlanıyorduk. O süreçte gerillacılık yapmış, gerilla teorisi yapmış, bunun kitabını yazmış tüm insanlar okunup tartışılıyordu. Küba, Angola, Mozambik, hatta Polisario deneyimi okunup tartışılıyordu, Filistinlilerin deneyimi bizzat içinde gözlemleniyordu. Devrimci Halk Savaşı, gerillacılık anlamında en geniş izahatı yapan, teorik tespitleri olan Mao Zedung’tu. Daha sonra Rêber Apo’nun Kurdistan’da Zorun Rolü kitabı bir anlamda bunların hepsinin incelenip yoğun bir biçimde araştırılması üzerinden Kurdistan somutuna uyarlanmış teorik yol haritasıydı. Sonrasında bu bizim askeri gücümüzü, düşüncemizi besleyen temel kaynak oldu.      

Mahsum Korkmaz, kamp içinde hangi özellikleriyle öne çıkıyordu? 

Az önce de belirttim zaten o kamp yönetimindeydi. İnsan onunla karşılaştığında gerçekten de onun duruşunda, ilişki ve üslubunda her yönüyle bir komutan kişiliği görebiliyordu. En bariz yansıması buydu. Denebilir ki tüm davranışlarına, jest ve mimiklerine, söylemlerine, ilişkilerine hakim olan bir komutandı. Ciddiyeti, disiplini, işi ne kadar önemsediğini tüm davranışlarında görmek mümkündü. Askeri eğitimlerde öncü rol oynuyordu. O zaman birkaç arkadaşla hatırlıyorum, bayağı kapsamlı bir araştırma materyalleri vardı, ismi de aklımda Ordu, Savaş ve Ayaklanma Üzerine diye. Dünya deneyimlerini savaş ve ordu boyutuyla irdelemişlerdi. Bu bölüm içerisinde tabii ki ulusal kurtuluş hareketlerinin gerilla deneyimlerini, onun stratejik boyutunu da incelemişlerdi. Bir de devrimci hareketlerin bazı ülkelerde bir mücadele yöntemi olarak kullandığı ayaklanma vardı, onu da işlemişlerdi.

Mesela günlerce, hafta sonları özelikle yoğun olarak değişik eğitimler vardı sabahtan akşama kadar. Ağırlıklı olarak askeri eğitimlerdi. Günün belli zamanında da hafta sonları mesela Ordu, Savaş ve Ayaklanma Üzerine çalışmasını bize seminer tarzında veriyordu. Hem pratik duruşuyla hem de askeri alanda yaşadığı teorik derinleşmeler çok belirgin olarak göze çarpıyordu. Üstten görevlendirilmiş bir komutanlık değildi kavramış, yaşayan, bilen gerçek bir komutandı.

Mahsum Korkmaz’la unutamadığınız bir anınız var mı?

Biz bazen kamp içinde eğitim amaçlı bir gece boyunca yürüyüşler yapıyorduk. Bir yürüyüşte komutanımız Agit’ti. Sonradan biz yürüdük geçtik, akşam bir yerde mola verdik. Sonradan gitmiş yerlerin hepsini kontrol etmiş, bizim sigara izmaritlerimizi bulmuştu. Onu gelip bir eğitim konusu yaptı. İşte ülkede olsanız bu sizin izinizi verir, izinizi verirse düşman sizi imha edebilir, bir sigara deyip bir izmarit deyip baştan savmayın. Bunu bir eğitim konusuna dönüştürmüştü. 

Sizin Helve’deki kampta bulunduğunuz vakitlerde Amed Zindanı’nda da bir yandan işkence öte yandan da direnişler vardı. Zindanlar size nasıl yansıyordu, sizin üzerinizde nasıl bir etki yaratıyordu?

Zindanda büyük bir işkence ve vahşetin olduğu bilgisi vardı. Arkadaşların buna karşı direndiklerini de biliyorduk. 12 Eylül koşullarıydı, bildiğiniz gibi bırakın dışarıya bilgi sızdırılmasını, 5 Nolu’da koğuştan koğuşa bile bilgi ulaştırmanın neredeyse imkanının olmadığı zamanlardı. Bazen mahkemeler üzeri, bazen avukatlar üzeri çok parçalı, gecikmeli bilgiler alıyorduk. Bir de Türk basınına zaman zaman psikolojik harp kapsamında haberler vardı. 1982 Newroz’unda Heval Mazlum’un (Mazlum Doğan) eylemini haber aldık. Fakat o da bize farklı yansımıştı. Katliam biçiminde yansımıştı, işte Diyarbakır’da arkadaşlarımıza saldırı olmuş, hatta yanlış hatırlamıyorsam 40 civarında kayıp ve yaralıdan bahsediliyordu. Sonrasında daha net bilgiler gelmeye başladı.

Rêber Apo, arkadaşların yönünü ülkeye çevirmek için muazzam bir enerji ve tempoyla çalışıyordu. Diyebilirim ki bu süreçte Rêber Apo’ya en büyük desteği zindan direnişi verdi. 81 yazına doğru zindandan bir haber geldi daha şehadetler yaşanmadan. Büyük ihtimal Diyarbakır’da 1981’de başlatılan bir ölüm orucu vardı, Ali Erek’in şehit düştüğü, oydu. Ben hatırlıyorum bütün militan yapımızda muazzam bir öfkeye yol açtı bu haber. Bir an önce hazırlık yapıp ülkeye gitme yönlü bir motivasyon oluşturdu. Hatırlıyorum, kendi aramızda tartışıyorduk, artık hemen gitmek lazım, daha fazla beklemek olmaz yönlü sohbet ediyorduk.      

Siz ne kadar Helve’de kaldınız?

1981’in sonlarında ayrıldım. Farklı çalışmalara gittik. Rojava’ya gittim. Öncesinde sınıra yakında yaşadığımız, çocukluğumuz orada geçtiği için bu tercih edilmişti. Rojava hattına özellikle sınır bölgelerini tanıyan, sınır işlerini bilen arkadaşlar erken gönderildi. Kobanê’ye geldik, küçük küçük halk çalışmaları ama aynı zamanda sınır keşifleri ve yol açmalar için hazırlıklar yapıyorduk. Bu tür çalışmalar yürüttük. Zaten daha sonra 82 Ağustos’unda 2. Kongre’de ülkeye dönüş kararı alınınca da neden gönderildiğimiz, bu hazırlığın niçin yapıldığı daha iyi anlaşıldı. Bir taraftan Rojava-Bakur sınırı üzerinden ülkeye dönük bir akış hattı açılırken aynı zamanda Başûr üzerinde de merkez oluşturmak, oradan Botan hattına doğru yürümek amaçlanıyordu. Mahsum Korkmaz da Başûr’a ilk gidenlerdendi.

15 Ağustos’ta siz neredeydiniz? Nasıl haber aldınız bunu?

2. Kongre’den sonra ülkeye gidiş gelişler de yapmaya başladık. Biz daha çok Kuzey’in güneybatısı üzerinden çalışma yürütüyorduk. İşte bazı keşif faaliyetleri yapıyor, 1982’nin sonlarında küçük küçük grupları geçiriyorduk. Onların raporlarını harekete ulaştırıyor, talimatı götürüyor bazen de malzemeler taşıyorduk. Bunların yanında Rojava’da halk çalışmalarını da yapıyorduk. Bu tarz iki taraf arasında sınır çalışmaları 84 Mart’a kadar sürdü. Bu çalışmaları sürdürürken 84 Mart’ında Kuzey Kurdistan’da yakalandım. Zindana düştüm. Ben belki zaman olarak bilmiyordum fakat gerilla savaşına yönelik hazırlıkların olduğunu biliyordum. 84 Nisan ya da Mayıs başı olabilir Amed Zindanı’na götürüldüm. Amed Zindanı’nda 15 Ağustos’u duydum. Önce düşman televizyonları gizledi. 16’sında bir haber verdiler o da bizim harekete mal ederek değil eşkıya falan dediler. İki gün sonra televizyona yansıdı. O konuda en taze bilgilere sahip olan ben olduğum için bizim arkadaşlar olduğunu biliyordum ama çoğu insan kimdir, acaba KDP mi yaptı YNK mi yaptı diye düşünüyordu çoğu çevre hatta bizden bazı arkadaşlar da bizim böyle bir şey yapabileceğimizi öngörmüyorlardı. Agit arkadaşın bu işin merkezinde olabileceğini tahmin ediyordum.

Mahsum Korkmaz’ın şehit düştüğü haberi aldığınızda ne hissettiniz?

O süreci iyi hatırlıyorum. Doğrusu daha heval Agit’in şehadetini duyurmadan önce düşman nerdeyse 15-20 gün önceden habire onu işledi. İşte şuradadır, buradadır diye. Doğrusu o zaman kaygılarımız arttı, kaygıyla izliyorduk, acaba Heval Agit’e bir şey mi oldu diye düşünüyorduk. Bir yandan da güven de duyuyorduk, diyorduk Heval Agit onların hepsini atlatır. Günlerce basın işleyince, ha burada görüldü, ha burada kıstırıldı doğrusu biraz kaygı duyduk. Sonradan duyurdular şehit düştüğünü. Tabii ağır bir şeydi.

paylaş

   

Yeni Özgür Politika

© Copyright 2024 Yeni Özgür Politika | Tüm Hakları Saklıdır.