Her ağacın kurdu kendi özünden olur

Nevra AKDEMİR yazdı —

  • Kadınlar arasında da işçiler arasındaki ortaklıklar gibi pek çok ortaklık var. Bu sömürünün ve şiddetin ortaklığı ne yazık ki, politik düzlemde sınıfsal, etnik, ırksal ve bedensel güç ilişkilerini de korudukça, bu farklılıklar görünmez kaldıkça veya kimlik parantezlerine alındıkça, kurulu düzen yeniden kendini üretiyor.

Almanya’da son dönemde sokaklara yansıyan örtük veya açık ayrışmalar aklıma Gayatri Chakravorty Spivak, "Madun Konuşabilir mi?" diye sorarken dile getirdiği bir ifadeyi getirdi. Türkçe “kahverengi kadınları, kahverengi erkeklerden beyaz erkeklerce kurtarılması” olarak söylenebilir bu ünlü ifade. Kadınların içinde doğdukları coğrafyalardaki kurtuluşlarının çok karmaşık ve dinamik olduğuna ve patriyarka ile kapitalizmin sömürgecilik, ırkçılık ve daha bilimum ezme ezilme biçimi ile iç içe geçen mekanizmalarına ironik şekilde değinir. Spivak, bu ifadeyi, Batı'daki feminist hareketlerin bazen sömürgeci veya beyaz üstünlüğü temelindeki ideolojilerle dolu olduğunu ve bunun sonucunda "kurtarıcı kompleksi"ni teşvik ettiğini belirtmek için kullanır. Bu, beyaz erkeklerin, kendi toplumlarında bile kadınları tam olarak özgürleştiremediği durumlarda, sömürgecilik altındaki diğer toplumlardaki kadınları kurtarma iddiasının nasıl bir çelişki yarattığını gösterir. Spivak, bu ifadeyi kullanarak, sömürgeci ve patriyarkal yapıların kadınların kurtuluşunu engelleyebileceğini ve bu tür yapıların, aslında beyaz olmayan kadınların özgürlüğü yerine, beyaz erkeklerin gücünü ve üstünlüğünü pekiştirebileceğini savunur. Bu, kurtuluşun, gerçekten özgürlükçü bir yaklaşımla ve kendi toplumları içindeki yapısal sorunlarla hesaba katılarak elde edilmesi gerektiğini vurgular.

Bu uzun girişi şimdi Maria Mies’in “Frauen ist kein Vaterland” [Kadınların vatanı yoktur] sözüyle birlikte anmak istiyorum. Gerçekten yok mu? Geçtiğimiz 8 Mart Dünya Kadınlar Günü yürüyüşleri, yürüyüşlerin hazırlığı, esnasında olanlar ve sonrası; bana gündelik hayatta yaşadığım tüm deneyimlerim gibi böylesi bir politik vaatten uzakta olduğumuzu hatırlatıyor. Aynı "İşçi sınıfının vatanı yoktur" cümlesinde hissettiğim gibi. Gerçeklik ve örgütlülük bundan daha karmaşık ve fazlasıyla içselleştirilmiş hiyerarşileri barındırıyor.

Özellikle aileci politikalar üzerinden yükselen sermaye birikim dinamikleri, borç gibi bireylerin sınıfsal acıya ve felaketlere rağmen, sesini çıkarmamasını sağlıyor. Aile içinde patronlar kendileri için çalıştığımız saat karşılığı ödedikleri ücret payını giderek düşünürken, mucizevi şekilde doyarız, temizlenir paklanırız, bir sonraki sömürü gününe hazırlanırız; hatta soyumuzu ve patronlar için sömürüyü devam ettirecek gelecek nesilleri de yaparız. Bu mucize, evdeki görünmeyen işleri yapan kadınlara ait. Karşılığı ödenmeden, duygusallıkla örülmüş bir bakım alırlar kadınlardan evin ekmek getirenleri. Görünmez kalan sadece kadınların emeği değil, kendisi de olur elbette. Çalışsa da eve ekmek getirdikleri bile görünmez. İşte bu aileci politikalar bir işe daha yarar böylece. Bu görünmezliğe isyan eden kadınların sesini türlü mekanizma ile bastırmak ve eşitlik taleplerini yok saymak. Dünyanın her yerinde başka işler ama aynı yere varır. Öyle ki kadınları mülkiyetin dışına atar ama ulusun annesi yapıp kutsallaştırır. 

Aileci politikalar gibi sömürgeciliği tenimizden çıkararak önümüze düşüren ırkçı ve yabancı düşmanı (zenofobik) da benzer işlev görür. Her tür sınıfsal acı ve felaket karşısında öfkesini kendisini ezene değil, kendisinden daha fazla ezilene yönlendirmesini mümkün kılar, patronlarla ittifaka sokar işçileri. Bir zenci (veya beyaz olmayan) karşısında beyaz işçinin korkunç sömürüsü, derece olarak diğerinden daha tahripkar görünüyorsa, daha fazla parasal değere sahipse, beyaz işçi daha diğerlerine göre daha iyi yaşama sahipse… ittifakın önü açılır. 

Poen Democracy web sitesinde ”Feminism gone bad? Women’s organisations and the hard right in Germany("Feminizm kötüye mi gidiyor? Almanya'da kadın örgütleri ve aşırı sağ)” başlığıyla Gökce Yurdakul, Özgür Özvatan ve Anna Korteweg tarafından yazılan yazıda da AfD ve kadın hareketi arasındaki örtük ve açık kesişmelere böyle değiniliyor. Özellikle yazıda üç stratejinin kadın hareketinin ırkçı ve toplumsal cinsiyet eşitliği karşıtı AfD ile ironik ama tehlikeli paralelliği anlatılıyor. İlki göçmen siyasal öznelerin cümlelerinin farklı okumalarıyla bir grubun kamusal aşağılanması. Kişi, kendi yaşadığı bağlam içinde mücadele ettiği patriyarkal baskıyı veya anti demokratik uygulamayı dile getirdiğinde bağlamından kopararak bir topyekün etnisiteyi, dini veya topluluğu aşağılamaya dönüştürmekte çok başarılılar. İkinci strateji, ilkiyle bağlantılı olarak kurtarıcı rolüne bürünüp, siyasal özne konumunu hiçe saymak. Elbetteki mücadeleyi “hegemonik üstünlükçü özneden” ve evrensel olarak varsayımlanan özcü değerlerden öğrenmek zorundayız. Son olarak da ahlaki panikle bu özcülüğü doğallaştırmak. Bunlar ne yazık ki, mücadelelerin bağlamlarından koparan, değersizleştiren ve potansiyel özerk ittifakların köklerini kurutan tuzaklar.

Kadınlar arasında da işçiler arasındaki ortaklıklar gibi pek çok ortaklık var. Bu sömürünün ve şiddetin ortaklığı ne yazık ki, politik düzlemde sınıfsal, etnik, ırksal ve bedensel güç ilişkilerini de korudukça, bu farklılıklar görünmez kaldıkça veya kimlik parantezlerine alındıkça, kurulu düzen yeniden kendini üretiyor. Soyut kategoriler bedenlerimizde somutlaştıkça, ırklanıyor, cinsiyetleniyor, sakatlanıyor, inançlanıyor, dilleniyor, toplu taşıma kullanıyor, kira ödüyor, göç ediyor, ortaklıkları aramak için daha çok uğraşıyor. Farklılıklar gözden kaçtıkça, öfkelerinin, can acılarının, kemiğe dayanan ağrıların kurulu düzeni yıkıcı gücü parsellenerek, ufak kırıntılara karşılında sistemle uzlaşır, böylece bazı sosyal haklarla pazarlıklar tamamlanır. Hatta politik muhalefetin söylemlerine de bulaşır bunlar. 

Dünyanın her yerindeki kadınların mücadelesi hem coğrafya ve tarih yükleri ile donatılmış hem de sömürgeci tarihleri ve ulus devletlerin yarattığı felaketlerle yüzleşmek zorunda. Irkçılık, sömürgeciliğin kurucu rolünün farkında olarak bunun yarattığı imtiyazların sorumluluğunu üstlenen mücadelelerin feminizm içine yedirilmesi, feminizmin örgütleyici imkanlarını genişletebilir. Bunu yapabilmenin yolu, sınıfsal, etnik ve her tür hiyerarşi yaratan durumla yüzleşen, yerel mücadelelerin bağlamından ve illa ortaklaştırmak zorunda olmayan bir kapsayıcılık politikası. Barış ekseninde, göçmenlerin içinde bulunduğu kadın ve LGBTİQ hareketlerinin var olduğu bir siyasal hat, eşitlik mücadelesine anlamlı yer edinebilir.

paylaş

   

Yeni Özgür Politika

© Copyright 2024 Yeni Özgür Politika | Tüm Hakları Saklıdır.