Emile Zola’nın sözüyle: Suçluyorum!

Ahmet KAHRAMAN yazdı —

  • Kürt öylesine bir “terörist” değil, dili bile yasak bıçağıyla kesik. Bu haliyle köle mi, esir mi belli değil, ona biçilen statü. Bir bakıma ikisi de değil. Çünkü, kadim çağlarda köle ve esirlerin dili yasaklı değildi. Köle ve esirlerin kısıtlı da olsa, bazı hakları vardı. Kürtlerin hiç bir şeyi...
  •  Evrenin hukuku Kürtler için, geçerli değil. Yaşama hakkının bir güvencesi yok. Türk’ün, yalnız askeri, polisi değil, mafya ve para militer çeteler de Kürtleri öldürmede, sonsuz özgürlüğe sahip.

Yahudiler, kapitalizmin şahlanıp şoruldamaya başladığı 1880’lerin sonlarına doğru, Avrupa kıtası ve Doğu’da Rusya’nın “lanetlileri” haline geldiler. Terörün gürültüsü, daha sonra Almanya’da “zuhur” edecek olan Nazizm ırkçılığının ayak sesiydi, sanki. Her yer, bugün Kürtlere karşı estirilen Türk ırkçılığı terörünü andırıyordu.

“Yahudi avlağı”ında, nasıl olduysa Fransa’da, zengin bir Yahudinin oğlu olan Alfred Dreyfus, sınavda tüm yarışmacıları geride bırakan bir başarıyla, Harp okuluna giriyor ve subay oluyordu. Kışladaki aşağılanma ve dışlanmalara rağmen terfi de ediyordu.

Paris’teki Alman Elçiliği’nde hizmetçi olarak çalışan ve Fransız gizli servisinde görevli bir kadın, 1894 yılında bir gün, çöp sepetinde bulduğu, el yazısıyla yazılmış imzasız bir mektubu Fransız amirlerine verince, Yüzbaşı Dreyfus’un kaderi kararıyordu.

Mektup, Alman askeri ateşesine yazılmıştı. İmzasızdı. İstenirse Fransız ordusu hakkında bilgi verilebileceği belirtiliyordu.

Dreyfus, Türklerin kontrolü altında yaşayan her Kürt gibi, “doğuştan düşman” bir Yahudiydi. Mektuptaki yazı derhal, onunkine benzetiliyor ve kendisi sorguya alınıyor, ardından aceleye getirilen gizli yargılamayla ömür boyu hapse mahkum ediliyordu.

Ancak, Dreyfus’un ailesi varlıklıydı. İftiranın ardına düşüyor, olayı gündemde tutmayı başarıyordu. Fransız istihbaratı iki yıl sonra, mektubun Dreyfus değil, Binbaşı Easterhazy tarafından yazıldığını ortaya çıkarıyordu.

Bunun üzerine Nana, Meyhane ve Germinal adındaki romanların da yazarı olan Emile Zola, “Gerçek yürüyor” başlığı altında, Dreyfus’un suçsuzluğunu ortaya koyan ve Easterhazy’ın suçluluğunu işleyen bir kampanya başlatıyordu.

Ünlü yazar, Binbaşı Easterhazy’in beraatinden sonra da, Cumhurbaşkanına hitaben “Suçluyorum” başlıklı bir açık mektup yayımlıyordu. Dava bundan sonra kamuoyunun da desteğiyle yeni bir sürece giriyor, Dreyfus 12 yıl sonra aklanıyor, Easterhazy mahkum oluyordu.

Bu olaydan yola çıkıp Kürtlere gelirsek: Onların hukukunu arayan bir Türk yazar ve hukukçu yok. “Bendeniz naçizane” durumdan görev çıkararak, Zola’nın tarih sayfalarında onur belgesi olarak duran sözünü alıp Batı dünyasının yüzüne vuruyor ve “Suçluyorum!” diyorum.

Çünkü Kürt ve Kurdistan’ın bugünkü statüsü, onların Kürt düşmanlarına bir armağanıdır. Bu armağanı koruyup sürdüren güç de onlardır.

Şöyle ki, Avrupa’nın kişiliğinde Batı denilen diyar, 1800’lerin sonlarında yeryüzünü paylaşan sömürge imparatorlukları, dolayısıyla yeryüzünün efendisiydi.

Kurdistan, bir sömürge imparatorluğu olan Britanya tarafından, dört parçaya bölündü ve her parçası, kendisi için “kullanışlı” olan birine, altın tepsi içinde sunuldu. Kürtlerin bundan haberi bile olmadı.

Batılıların Birinci Büyük Paylaşım savaşından sonra, galipler adına Fransa, Britanya ve İtalya tarafından, bölüşüm haritası onaylanarak kalıcılaştırılıyordu.

O zamanlar, özgürlüklerini isteyen Kürtler, benim şimdi “suçluyorum” diyerek mahkum ettiğim güçler tarafından “eşkıya” diye damgalanıyordu. Dünün “eşkıyası Kürt”, bugün onlar nezdinde “terörist”tir.

Kürt öylesine bir “terörist” değil, dili bile yasak bıçağıyla kesik. Bu haliyle köle mi, esir mi belli değil, ona biçilen statü. Bir bakıma ikisi de değil. Çünkü, kadim çağlarda köle ve esirlerin dili yasaklı değildi.

Köle ve esirlerin kısıtlı da olsa, bazı hakları vardı. Kürtlerin hiç bir şeyi...

Evrenin hukuku Kürtler için, geçerli değil. Yaşama hakkının bir güvencesi yok. Türk’ün, yalnız askeri, polisi değil, mafya ve para militer çeteler de Kürtleri öldürmede, sonsuz özgürlüğe sahip. Batı’nın Engizisyon çağı mahkumları gibi, diri diri yakılıyorlar. Kürt’e bir mezarlık yeri bile çok görüyor, ölülerini kaldırım altına gömüyor ve gömülmüşlerin mezarını tahrip ediyorlar. Yangın isiyle kara 4 bin köy ve yerle bir edilmiş 10 şehir ve kasabanın enkazı tanıktır ki, Kürt’ün mal mülk edinme hakkı, hukuku da yok. Oysa Batı dünyasının kutsallarından biridir, mülkiyet.

İnsandan sayılmayan, kuş veya bir kelebek kadar bile değeri olmayan Kürt, terörist. Ama Kürt’ün köpeği bile bağlı, katilleri, tecavüzcüleri, hırsız ve talancılar serbest.

Ve bu serbestiyet Batı’nın “olur”u iledir. Kadim sömürge çağında olduğu gibi, Türk kullanmak için, Kürt’e “terörist” diye çullanıyorlar. Bakın ve suçluları görün: En son Fransa ve Belçika “terörist var” narasıyla, Türklerle eş zamanlı olarak, Kürt medya seferine çıktı.

Her ne ise, Batı’nın Türk uluslarası terörüne katkısı bir başka güne ...

paylaş

   

Yeni Özgür Politika

© Copyright 2024 Yeni Özgür Politika | Tüm Hakları Saklıdır.