Vahim haller

Nubar OZANYAN yazdı —

  • Biliyoruz ki, ancak özgürlük amacı olanlar sorunları doğru anlar ve çözme çabası ortaya koyar. Türk devletinin böyle bir amacı da çabası da yoktur. Bundandır ki, Kürt halkının dil, inanç ve cinsiyetlerin özgürleşme sorununda her daim vahim haller yaşanmaya devam ediyor.

Toplumsal her gelişmeyi, emek ve özgürlüğe dayalı her sorunu güvenlik ve terör kapsamında ele alan Türk devletinin durumu tıpkı Ortadoğu’nun durumu gibi vahimdir. Bir türlü bu vahamet durumundan çıkamayan egemenler, yüz yıllık tarihleri boyunca korku ve vahamet içinde yaşamak zorunda kalmıştır. Ne hak ve özgürlükler sorununu doğru okuyup ele alabiliyorlar ne de çözümün ve gelişmenin yolunda bir başarı ortaya koyabiliyorlar. Biliyoruz ki, ancak özgürlük amacı olanlar sorunları doğru anlar ve çözme çabası ortaya koyar. Türk devletinin böyle bir amacı da çabası da yoktur. Bundandır ki, Kürt halkının dil, inanç ve cinsiyetlerin özgürleşme sorununda her daim vahim haller yaşanmaya devam ediyor. 

Kuruluşundan itibaren geleneksel Türk devlet aklıyla hareket eden komprador burjuvazi, sürekli kendilerine tehdit olarak gördükleri bir iç düşman yaratarak kendi halkı başta olmak üzere Türk olmayan halkları aldatmaya çalışmıştır.

Kurnaz, hilekar, iki yüzlü AKP-MHP hükümeti, her zaman olduğu gibi 1 Mayıs’ı da yine güvenlik sorunu olarak ele aldı. İstanbul, her 1 Mayıs etkinliğinde olduğu gibi bu yılda kırk bini aşkın polisle işgal edildi. Emeğin ve mücadelenin meydanı Taksim, bir kez daha zalimlerin postallarıyla çiğnendi, gazlarıyla kirletildi. Kurdistan’ı binlerce yıkıcı-yakıcı-boğucu silahla boğmaya çalışarak işgal edenler Taksim’i özgür bırakır mı? Kürt’ü öldürmek isteyenler emeği-işçiyi yaşatabilir mi? Dağları işgal eden, meydanları boş bırakabilir mi?

Kürt’e, işçiye, emekçiye kadına, Alevi’ye özgürlüklerin yasak olduğu bir ülkede en temel hak olan toplantı, gösteri ve yürüyüş yapma hakkı her zaman olduğu gibi zorbalıkla bastırıldı. Taksim’e çıkmak, özgürlük taleplerini dile getirmek isteyenlere copla, dipçikle, gaz ve plastik mermiyle yanıt verildi. Yüzlerce gözaltı, onlarca tutuklama ve yaralı bıraktılar geride.

Taksim’de devlet terörünü fotoğraflamak isteyen, zulmü resimlemek isteyen basın emekçilerine “Basını süpürün” talimatını tek başına bir polisin vermediği açıktır. Burjuva basının % 90’ının devletin denetiminde olduğu AKP iktidarında 894 basın emekçisinin tutuklandığı bir gerçektir. Muhalif-aykırı bir sese bile tahammül etmeyen bir ülkede bir avuç özgür basının sesine tahammül edebilirler mi? İşgalle, katliamla, kanla namını yedi düvele duyuran Osmanlının torunlarından olan İçişleri Bakanı Ali Yerlikaya şimdi “Dünyada tüm polis teşkilatına örnek olan”ların zorbalıklarıyla iftihar ediyor.

Acaba dünyada kaç içişleri bakanı, kaç savunma bakanı gerçekleştirdikleri katliam ve zulümle övünür? Ürettikleri imha silahları olan İHA-SİHA’larla, katlettikleri Kürtlerle iftihar ediyorlar!!! NATO’nun ikinci büyük ordusu olduğunu iddia eden, her türlü teknik-silah donanım üstünlüğüne eriştiğiyle övünen savunma bakanı, tıpkı iç işleri bakanı gibi yaptığı zulümle övünüyor. Ve “Türk’ün zulüm ve katliam dolu tarihi”yle gurur duyuyor. Bu “şanlı” tarihi okuyan her çocuğun beyni “Türklerin asker bir millet” olduğu zehriyle kirletiliyor. Bu kanlı ve kirli tarihin övünücüleri sadece egemenler değildir aynı zamanda irili ufaklı İttihatçı-Kemalist solcuların tümü de bu ırkçı kanlı tarihle iftihar ediyor. 

Türkiye’de ne sağlık, ne eğitim, ne çalışma ve yaşam koşullarının iyileştirilmesinin hiçbiri devletin varlığı güvencesi kadar önemli ve öncelikli değildir. Bundandır ki, İstanbul Valisi “Ya devlet başa ya kuzgun leşe” diyerek ne pahasına olursa İstanbul’da gösteri yapılmasına müsaade etmeyerek övünüyor. Çünkü muktedirlere göre devletin çıkarlarından başka hiçbir şey değerli ve önemli değildir. Devletin varlığı ve onun güvenliği olmazsa olmaz temel koşuldur. Demokrasi, hak ve özgürlüklerin hiçbirinin önemi ve değeri yoktur.  

Dün Ermeniler, Rumlar, Süryaniler, Asuriler Türk devleti için tehditti. Bugün Kürtler, işçiler, kadınlar tehdittir. Dün “anarşist”ler tehdit idi. Bugün “terörist”ler tehdittir. Devletin “tehdit” unsurları işçiler, emekçiler, kadınlar hak ve özgürlük arayan Kürtler, Alevilerdir. Türk ve Müslüman olmayan egemen sınıflara biat etmeyen herkes devlet için bir tehdit unsurudur.

Erdoğan’ın son günlerde dillendirdiği Anayasa tartışmaları da bir hileden öte bir adım değildir. Anayasa tartışmalarını dillendirdiği günlerde Taksim’de 1 Mayıs’ı gaza boğarak yasaklamaları anayasadan ne anladığını açıklamaktadır. Erdoğan’ın anayasası gazlı, kimyasal silahlı bir anayasadır. 

Türkiye’de yasalar ve anayasa sadece egemenlerin ve soyguncuların çıkarlarını korumak, güvence altına almak için vardır. Toprak bütünlüğünün korunmasının esas olduğu, Türk’ün egemenlik hakkının güvence altına alındığı anayasa maddeleri değişmeden kaldığı sürece yapılacak göstermelik bazı değişikliklerle kitleleri kandırmak; kendi hakimiyetini güçlendirme ve CHP gibi partilerin desteğini kazanarak iktidarını sürdürme amaçlıdır.

Ultra zenginlerin sayısının ve servetinin arttığı, ağır sömürü, derin kitlesel yoksulluğun ve her türlü zulmün egemen olduğu bir ülkede, Anayasa sadece her an yırtılıp bir kenara atılacak bir kağıt parçasından ibarettir.

Ulusal eşitsizliğe, her türlü imtiyaza, ulusal baskılara karşı durmak; emek ve özgürlükten yana olmak, sömürü ve zulme karşı çıkıp mücadele etmek onur ve vicdan sahibi insanların anayasası olmalıdır. Özgürlük arayanlar görevini yaptıkça emeğin, halkların gerçek anayasası yazılmış olacaktır.

 

 

paylaş

   

Yeni Özgür Politika

© Copyright 2024 Yeni Özgür Politika | Tüm Hakları Saklıdır.