Bilimin cinsiyeti-1-

Forum Haberleri —

Bilimsel gelişmeler

Bilimsel gelişmeler

  • Toplumsal cinsiyet eşitsizliğini onaylayan ve meşrulaştıran bilim; devlet, din, siyaset tarafından beslenerek, günümüzde kapitalist sistemin hizmetine sunulmuş durumda.

Elif AKGÜL ATEŞ

Bilim, maddenin kuantum düzeydeki en küçük atomaltı parçacıklarından başlayarak evrenin sonsuzluğunda devinen gök cisimlerinin, galaksilerin sırlarını çözmeye çalışan ve bunun için çeşitli yasalara ulaşan disiplinler arası bir etkinlik olarak tanımlanır. Bilimsel metod, hataları olasılıklarla ve etkileriyle, sonuçlarıyla birlikte değerlendirmeyi öngörür.  Bilim insanları makro ve mikro evrenin sırlarını çözerken doğayı, evreni, insanı bütünsellik içinde  kavrayan, sorgulayan kişiler olarak kabul görür. Objektif düşünebilen, adil, dürüst, toplumsal yargılardan ve iktidardan bağımsız evrensellik ideali doğrultusunda karar alması, bilimsel değerleri ölçüt alması beklenir.

Bu bilimsel değerler evrensellik, paylaşımcılık, tarafsızlık ve şüpheciliktir. Paylaşımcılık ilkesine göre bilimsel bilgininin hiç bir bilim insanının tekelinde olamayacağını, ortak olduğunu öngörür. Tarafsızlık ilkesine göre ise bilim insanlarının nesnel ve tarafsız olmaları, bilimsel bilgiye güveni zedelememeleri gerektiğini ifade eder. Ancak bilim tarihine baktığımızda bilim adamlarının bu değerleri bilimi cinsiyetlendirerek nasıl kamufle ettiklerinin acı tablosuna şahitlik ediyoruz. Bu zihniyet, pozitivist bilim anlayışıyla doruğa ulaştırıldı.

Pozitivist modern bilim 18. yy’da gelişmiştir. Newtoncu fiziğin, Bacon’cu empirizmin ve Descartes’çi mekaniğin otoritesinde şekillenmiştir. Pozitif modern bilim, tıpkı felsefede olduğu gibi tahakküm ve sömürüye  hizmet eden cinsiyetçi ideolojinin etkilerinden kurtulamamıştır. Toplumsal cinsiyet eşitsizliğini onaylayan ve meşrulaştıran bilim; devlet, din, siyaset tarafından beslenerek, günümüzde kapitalist sistemin hizmetine sunulmuş durumda.

Bu zihniyet bilimin  yapısını, metodunu eril ve cinsiyetçi kodlarla ördü. Erilliği rasyonel,  dişiliği irrasyonel olarak tanımladı. Buna göre erkek özne, bilen bilgiye sahip olan egemen iken, kadın ise bilinen nesne, edilgen ve tahakküm edilendir. Doğa cinsiyetlendirilerek kadınla özdeşletirilirken, doğa üzerinde kurulacak tahakkümü, erkeğin kadın üzerinde kuracağı tahakkümle özdeşleştirildi. Böylece insanlık tarihinin beşbin yıllık zaman kesitinde yapay olarak şekillendirilen erkek egemen ideolojinin yarattığı cinsiyetçi kültür,  bilim cephesinden doğru güçlü zemine oturtuldu.

Pozitivist modern bilimin öncüsü olarak görülen Bacon, kadını doğayla özdeşleştirirken ‘Asi ve gizemli doğaya boyun eğdirilmeli ve doğa ehlileştirilmelidir. Bunun en iyi yolu “gelin doğa” ile “erkek aklı” “iffetli bir evlilikte” bir araya getirmektir; zira doğa akıldan yoksun, kontrole muhtaçtır’ düşüncesi, pozitif bilimi hegemonyasında tutan bilim adamlarının duygu ve düşünce dünyasına, zihniyetine nüfuz etmiştir.  

Michel Foucault pozitivist modern bilimi eleştirirken, bilginin ve bilim pratiklerinin toplumsal edimler olduğunu, güç ve iktidar ilişkileri ile örtüştüğünü savunur. Bilgi biçimlerinin ikili karşıtlıklar temelinde dışlamalar yoluyla belirginleştirildiğini söyler. Foucault’ta göre bu karşıtlıklar tin- doğa, akıl duygu, nesnellik öznellik, aktif pasif biçiminde şekillenmiştir. Bu düalizm eril olanı otorite olarak belirlerken, dişil olanı dışlamış ve nesneleştirmiştir. Bu ilişkilenmeyi geçirgen olmayan, birbirini bütünleme yerine birbirini yenme temelinde asimetrik  ele almıştır. Modern bilim ve bilgi yapılarını mümkün kılan ise kapitalizm, ırkçılık, erkek egemenliği, heteroseksizm, sömürgecilik gibi ezilme, baskı, sömürü biçimlerinin karmaşık ve katmanlı biçimde iç içe işlediği modern dünya sistemi koşullarında oluşmuştur. Foucault’tun bu düşüncesi, bilimin nasıl kendi gerçekliğinden saptırıldığının göstergesidir.

Bilimin erilleşmesi, Anakadın’ın ürettiği bilgilerin, erkek aklın kendi hegemonyasına almasıyla başlamıştır. Sümer Rahip devletiyle başlayan Ataerkil zihniyetin, Anakadının ürettiği  bilgiye el koyması bunun ilk adımı olacaktı. Nitekim Orta çağda Anakadın dönemi kadın bilgelerin binlerce yıl doğayla kurdukları üretken ilişkilerinin, bilgi birikiminin mirasçısı olan bilge kadınlar cadı, büyücü olarak ilan edilerek yüzbinlercesi yakılarak vahşi bir şekilde katledilecekti. Bu katliam, bilginin erkek güdümüne alınmasının savaşıdır aslında. Feminist ideolog Maria Mies ‘Cadı avları’ öncesi “Bilge ana ya da şifacı kadın olarak bilinen bu kadınlar, doğal ilaçlar, anatomi, biyoloji gibi alanlarda önemli bir bilgi birikimi edinmiş, çeşitli sağaltım teknikleri geliştirmiş ve özellikle yoksulları ve kadınları şifalı bitkilerle iyileştirmiş kişilerdir” der. Ne acıdır ki bu dönemin filozofları, bilim adamları bu vahşi katliamı sessiz sedasız izlemişlerdir.

Cinsiyetlendirilmiş bilim anlayışının öncüsü bilim adamları, bu zihniyeti bilimsel bir temele oturtmaya çalıştı. Bu tezlerini kanıtlamak için kendilerince yorumladıkları biyoloji yasalarını kullandılar. Birçok biyolog, erkeğin dişi üzerindeki egemenliğini, hayvanlar doğasıyla kıyaslayarak kanıtlamaya çalıştı.

1677 tarihinde Antonie van Leeuwenhoek spermi keşfederken, üreme konusunda kadının rolünün önemsiz olduğunu, kanıtlamaya çabalar. Ona göre fetusu oluşturan erkeğin menisidir. Kadının tek katkısı meniyi kabul edip, beslemekten ibarettir.

Biyolojinin dehası olarak bilinen Charles Darwin, kadınlara yönelik değerlendirmelerinde, erkeğin kadından zihinsel yetileri bakımından üstün olduğunu savunur. Darwin, "iki cinsiyetin entelektüel güçleri arasındaki ayrım erkeğin derin düşünce, mantık, hayal gücü veya sadece duyular ve eller kullanılarak yapılan işlerde kadınlardan çok daha yüksek saygınlığa ulaşmış olmasıdır." der. Ona göre eş seçiminde erkek belirleyicidir. Erkekler kendilerine güzel kadınlar seçerler. Darwin'in doğal seleksiyon tezi, toplumsal yapıya uyarlanarak cinsiyetçi, ırkçı faşist ideoloji temellendirildi.

Kimi biyologlar, geliştirdikleri ‘rahim teorisi’ ile dişinin erkekten aşağı olduğunu kanıtlamaya çalışmaktadır. Buna göre dişi rahminin sahip olduğu fonksiyonlar tarafından aptallaştırılan kadın, beynini, yeteneklerini ve yüksek kültürel yeteneklerini geliştirememiştir.

Martin Chalfie 2000’li yıllarda spermi simgesel olarak kahramanlık, aktiflik, fetihçilik ve şiddetle özdeşleştirirken, yumurtayı buna kaşın pasif ve ele geçirilmesi gereken bir kategoriye yerleştirir.

Böylece bilimsel değerler olan evrensellik, paylaşımcılık, tarafsızlık ve şüphecilik ilkeleri bilim adamları tarafından bertaraf  edilecekti.

paylaş

   

Yeni Özgür Politika

© Copyright 2024 Yeni Özgür Politika | Tüm Hakları Saklıdır.